29 Aralık 2011 Perşembe

Yılsonu

Yıl bitmeden bloguma bi yazı daha koymak istedim. Blog işi de hayatımda heves edip başladığım diğer tüm şeyler gibi ilerliyor. (Gitar çalmayı öğrenmek, çizim dersi almak ve karikatür çizmek, spor salonuna gitmek, belli bir liste dahilinde düzenli okuyarak kitap bitirmek gibi çeşitli aktiviteler)

Efendim, devirdaim şöyle: Bir şeye başlamaya çok heves ediyorum, ama hep erteliyorum. Uzunca bir zaman o istediğim şeyi ve içimde ona dair duyduğum heyecanı sündürdükten sonra başlıyorum. İlk zamanlar çok güzel, zevkli ve hızlı gidiyor. Daha sonra yavaşlıyorum. Disiplin kayboluyor ve iyice savsaklıyorum. Sonra hepten bitiyor. Ben de yıllar sonra "ah x şeklinde hareket edeydim şimdi elimde y olurdu/şimdi y seviyesinde olurdum" gibisinden hayıflanıyorum.



Mütemadiyen aklıma birşeyler geliyor, o şey hakkında düşünürken kendimi "bloga yazsam mı bunu" diye sorarken buluyorum. Daha sonra ya bilgisayar başına geçtiğimde bilimum zaman öldürücülerle (sosyal medya, oyun, mmo vs) kafamı meşgul ederken unutuyorum, veyahut "ya bloga girecek yoğunlukta/yeterlilikte yazacak şey yok bununla ilgili" cümlesiyle kendimi kandırıyorum. (Mübarek sanki doktora tezinin son aşamasında, akademik referans verecek)

Bu paragraftan itibaren yazıyı nasıl devam ettireyim diye çok düşündüm :) Sonra kendimi saçma sapan şeyler yazmak için zorlarken (kasarken) buldum. Bunu yaparsam eğer yazı amacından sapmış olacak o yüzden burada kesiyorum. Keep tuned :)


Mahmurluğu üzerinden atma yazısı olsun.

15 Eylül 2011 Perşembe

Amme Hizmeti: Erkekler için kıza anlatmalık ofsayt tanımı

Efendim bu akşam Beşiktaş - Maccabi Tel Aviv maçını izliyordum, evdeydim. Salonda da annem var, beraber izliyoruz maçı. Bir pozisyonda Maccabi'nin atağı ofsaytla kesildi ve annem sordu: "Ofsayt ne Aybars?"

Şimdi biz erkeklerin arasında kızlara ofsaytı anlatma geyiği vardır. Mizah dünyası, hatta sinema ve reklam dünyası bu geyiğin çok ekmeğini yemiştir ama onlar bile bu geyiğin ekmeğini yeme konusunda kadın-erkek çekişmesini konu edinenlerin ve iki tarafın zayıf yanlarını sayıp dökerken bu geyiği argüman olarak kullananların eline su dökemez.



Ben de hiç beklemediğim anda bu soruyu duyunca ve yıllardır geyiğini duyduğum durumun içinde kendimi aniden bulunca bi şaşaladım. (şaşalamak, evet) Önce bütün bu geyikler gözümün önünden film şeridi gibi geçti, istemsizce kendi kendime bi güldüm.

Sonra ikinci aşama geldi, düşünme aşaması. Öyle iyi bir şekilde anlatmalıydım ki hem annemin sorusunu direkt olarak cevaplamalıydım, ofsaytın ne olduğunu anlatmalı ve kafasında soru işareti bırakmamalıydım hem de o geyiklerde, genelde kadınların şikayet mevzuu olduğu gibi, karmaşıklaştırmayıp mümkün olduğunca basit bir biçimde anlatmalıydım. Durdum yaklaşık 1-2 dakika filan düşündüm, sonra da cevapladım:

Bi takım topu rakip kaleye doğru vurduğu (pas verdiği) anda rakip kale çizgisine en yakın kişi rakip takımdan değilse ofsayt olur, topu vuran takım cezalandırılır ve top rakip takıma geçer.

Sonra böyle kompakt bi tanım yapabilmem hoşuma gitti, anneme de söyledim. O da ikiletmeden, bi kerette anladı. (kerette, evet) Ardından detayları da sundum anacığıma: Aslında rakip kale çizgisine en yakın iki kişi, ama rakip takımın kalecisi genelde kalesindedir, o yüzden bir diyoruz. Topun atıldığı en yakın kişi durur kıpırdamaz, arkadan biri gelip o topu alırsa ofsayt olmayabilir, hakemin takdirine kalır vsvs...

Velhasıl, amme hizmetimdir, tüm erkeklere kıyağımdır. Ofsayt tanımını kompakt bi şekilde tek tanıma sığdırdım, alın tepe tepe kullanın. Hatta 140 karaktere bile sığdırdım tweet attım, na burda:

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Sergen...


O, ben ve yaşı 30'u aşmamış pek çok insan için Türk futbol tarihinin gelmiş geçmiş en yetenekli futbolcusu. İzlemiş olsak onunla karşılaştırmayı düşünebileceğim ancak Can Bartu, Lefter (Küçükandonyadis) ve Metin Oktay geliyor aklıma.


Muhabir: Sergen senin için hep "koşmuyor" eleştirisi yapılıyor, ne söyleyeceksin?
Sergen: Abi ben söylüyorum, anlatıyorum ama kimseye dinletemiyorum. Koşunca yoruluyorum abi ben!



Hiçbir zaman "ciddi" bi adam olmadı. Disiplin, düzen, istikrar filan gereksiz kelimelerdi onun için. Onun kadar büyük yetileri olan pek çok insan için olduğu gibi. Dolayısıyla kariyerinin başından itibaren hep rahattı, kafasına estiği gibi yaşadı, futbol oynadı, transfer oldu. Hiç kimseyi takmadı, sokakta görsen muhabbet edeceğin, iki üç kere aynı masaya otursan enseye şaplak olacağın adam görüntüsü hiç gitmedi. (Şu iki tvit süper özetliyo rahatlığını :)


Gün geldi futbolu bıraktı, yorumculuğa başladı. Onu formasının renginden, gol/asist sayısından bağımsız sevenler daha da çok sevdi çünkü ekranda çizdiği profil tam "kahve adamı"ydı, ondan Uğur Meleke ya da Mehmet Demirkol gibi derinlemesine analizler, belli bir mantık silsilesini takip eden, argümanlar sunan analizler çıkmasına gerek yoktu. Kafasında ne varsa, o anda ağzına ne geldiyse hep onu söyledi.
Tabi bu sayede bize de bomba şeyler sundu :) Onlardan bazıları...

"Bi araştırmışlar... Almadılar"



"Desem yalan olur"



"Uzun süre iki tarafı birlikte götürmeye çalıştım"




"Ben 4. sarı kartı kovalıyorum"



"Ben arabanın peşindeyim o zaman"



Ercan Taner: Sergen, Tabata Beşiktaş’a ne getirir?
Sergen: Valla Antep’ten baklava getirebilir mesela!


Muhabir: Sergen iddaa oynayan çocuklar var, iddaa oynama yaşı gittikçe düşüyor. Ne söylemek istersin bu konuda?
Sergen: Valla Fransa liginden uzak dursunlar, çok sürpriz oluyor!


(Maalesef son ikisinin videosunu bulamadım)

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Top Series Vol. 1: Bu yazın en iyi 5 şarkısı

Şimdi efendim, blogda böyle en iyi 5 hede, en süper 5 hödö, en güzel 5 fifi tarzında seriler yapacağım kafama estikçe. Onların da hepsinin başında (başlığının başında daha doğrusu) Top Series yazacak. Siftahı da, ilk defa bu yaz dinlediğim ve en beğendiğim 5 şarkıyla yapacağım.

Peki bu nereden esti? Ayıptır söylemesi 1-2 ay önce yeni telefon aldım, böyle radyosu falan da var. Hepsiburada.com sağolsun, kıytırık bi hafıza kartını 1 ayda yollayamadığı için uzunca süre radyo dinledim. Tabi haliyle de bu yazın pop müziğine az buçuk aşina oldum.

Başlayalım.



5. Ajda Pekkan - Yakar Geçerim
Cıstak cıstak ekolüne mensup gibi gözüktüğü doğru. Ama dinleyince fabrikasyon disko şarkıları gibi olmadığını anlıyorsunuz. Uzun süre sonra Ajda Pekkan'ın söylediği bir yeni şarkıyı dinleyebildim ve beğenebildim, bu da ayrı bir başarısı. Ancak yeniden dinlenebilitesi düşük. Üçüncüde falan sıkmaya başlayabilir, zaten 5. sırada olmasının tek sebebi de o.



4. Tuğba Özerk - İlan
Bu şarkıysa cıstak cıstak ekolüne mensup gibi değil, direk mensup. Ancak Tuğba Özerk'in cute sesi, vasat üstü sözleri ve simetrik melodisi sebebiyle beğendim. Sırıtan tek şey klibi ve halihazırda gayet güzel bir hatun olan Özerk'in saçlarını sarıya boyatması! Mis gibi güzelliğini niye bozarsın, nasıl öyle kötü bi makyaja izin verirsin te Allah'ım ya...



3. Nev - Ben Yokum
Efendim gayet alaturka ruha sahip orjinal bir insan Nev. İyi bir müzisyen bi kere, iyi bir virtüöz ve "popüler kültüre meze olmayan" cinsten bir ünlü. Yaptığı her işte de bu yüzden orjinallik var, bu şarkısı da arşivlenebilir nitelikte olmuş



2. Grup 84 - Hayır Olamaz
Dikkat dikkat! 84 şarkısı dinlediğinizi öyle her yerde söylemeyin, liseli, ergen ya da bunalım damgası yemeniz çok olası! Yıllar önce ilk çıkardıkları şarkı resmen patlamıştı ancak böyle hafif damar, arabesk rock koktuğu için kısa sürede damgayı yediler. Benim de 84 dediğim anda "böğğ, liseli müziği yapıyolar" falan diyen arkadaşlarım var sağolsun. Uyarayım dedim :) Bu adamların yaptığı her albümde en az 1 tane arşivlik şarkı oluyor. Bu da öyle, tekrar tekrar dinlenebilir. Sıkmıyor. (Hatta rutin bir hayatınız varsa ve kapitalist sistemin ucundan kıyısından kölesi olmaya başlamışsanız her dinlediğinizde "dağılın lan" dediği yerde siz de içinizden söylüyorsunuz, hop, o kolpa isyan dürtüsü de karşılanmış oluyor, hoş oluyor :)



1. Grup 84 - Söyle
Bu albümde arşivlik şarkı 1 değil 2 :) Üzerinde çok konuşulası değil, süper olmuş çok beğendim.

Not: Efendim, ufaktan hayran olduğum Sıla'nın Kafa şarkısı da çok güzel ancak tekrar dinlenebilitesi çok düşük olduğu için listeye giremedi. Ama adını zikretmezsem olmazdı.

18 Ağustos 2011 Perşembe

El Clasico: The Beginning

Azap çeken ve son iki ayda futboldan soğuyan Türk futbolseverler olarak her geçen yıl daha da aidiyet hissettiğimiz ve bu yıl açılışı erken yapan Real Madrid-Barcelona rekabetinde biraz kafa dağıttık. İspanya Süper Kupası'nı malumunuz Barca kazandı. 2 maçta 9 gol izledik, Katalan sempatisinin önde bayrak sallayanlarından (ve artık bunu ekranda iyice fütursuzca göstermekte hiç bir beis görmeyen) Ertem Şener'e bol bol maruz kaldık. Neyse klasik giriş faslını ve her yerde bulunacak geyikleri geçelim.



Mourinho şu an 'daha iyi yenilme' aşamasında. Rakibine %80 civarlarında topla oynama fırsatı veren ve 5 yiyen takımını artık oyunu kontrolüne alan, reaktif değil aktif oynayarak kendi oyununu dikte ettiren; rakibinin kendisini ancak 'wonderkid'i sayesinde yenebildiği bir noktaya getirdi. Artık rakibine önce psikolojik olarak ezilen Madrid yok. Tam tersine, geriye düştüğünde karalar bağlamayan bi Madrid var artık. İki maç içerisinde üç farklı kez geriden geldiler.


Zidane'ın formasını giymeye başladığından beri her gördüğümde göğsümü kabartan Mesut Madrid'e ilk geldiğinden beri fizik olarak kendini çok geliştirdi. Ancak hala Clasico'ları kaldıracak düzeyde değil. Ayrıca oyun içinde de kopuşlar yaşıyor, 5-10 dakika etkili olursa 15-20 dakika kayboluyor mesela. Ama uyumadığı anlarda parmağının olduğu her aksiyon, mutlaka Madrid tehlikesine, atağına, pozisyonuna dönüşüyor. Real'in Clasico'larda üretken olması, sonuca gitmesi için tek silahı Mesut. Barca'ya karşı pas, şut, dripling ya da çalım tercihleri %80 yanlış, yanlışın da ötesinde berbat olan Ronaldo'nun oyun aklına kalamaz Madrid.

Mesut'a tek alternatif Kaka ancak dinibütün Kaka reyiz sakatlığın etkilerini muhtemelen hiç atamayacak. Umudum azalıyor ama inşallah ben yanılırım. İkinci opsiyon ise Nuri ancak Nuri Mesut'un "yerine" değil, ona "tamamlayıcı" olabilir.


Notlar:

- Benzema kendini geliştiriyor, çok sevindirici.

- Coentrao fizik olarak zayıf gözükmesine rağmen değil, ayakta kalıyor, alan savunması iyi, kolay çalım yemiyor, Marcelo gibi atlangoç da değil. Çok yararlı bir transfer. Ayrıca Ronaldo ve Di Maria'dan sonra Real'in apaçi kontenjanını genişletti. Bu Portekizlilerin kanında var biraz herhal :D (bkz: Q7)

- Mou'nun yardımcıya yaptığı hareket (tam gözükmedi ama) şu kulak memesine işaret parmağıyla vurduğumuz hareketti sanırım. Ön sırada oturan arkadaşlara filan yapardık, yumruk at o kadar sinirlenmez karşındaki. Az çakal değilsin ula Mou :)

- İki kardeş vardır, biri yaramazdır yaramazlığını her daim, herkesin gözü önünde yapar. Azar işitir, ceza yer filan. Diğeri de daha usludur, ana babaya şirin gözükür onların yanında azmaz ama yapacağını sinsice, çaktırmadan yapar, imajını bozmaz. Kavga ederlerse mesela ihale yaramaza kalır. Heh, Real Madrid o yaramaz kardeş, Barcelona'ysa o sinsi olan. Faullere, yerde yatmalara, zaman geçirmelere bu gözle bakın. Farkedeceksiniz.

- Mesut demiş miydim? Hastasıyım :)


Tüm Barcelona taraftarı panpişleri tebrik ederim ancak görüp göreceğinizin bu olacağı vakitler yaklaşıyor benden söylemesi :)

Mini çakal notu: Twitter'a yazdıklarımı buraya tekrar yazmakla uğraşmayayım diye kopipeyst.

14 Ağustos 2011 Pazar

Ustalara saygı

Necatigil usta
Tolkien deha
Haşim büyük
Nazım bilge
Necip Fazıl üstad

Pek sen nesin?
Hadi seni geçtim,
Ya ben neyim?

-2008

9 Ağustos 2011 Salı

Sinema ve Şiir: In Memoriam

Film izlerken genelde içindeki referansları (popüler kültür, olay, kişi, eser vs.) bilmiyorsam çoğunlukla not edip filmi izledikten sonra mutlaka kontrol edip öğrenirim. Bu bana bilmediğim, henüz keşfetmediğim dünyaların (ve güzelliklerin) anahtarı gibi görünür (hem de beleşe :). Zira orada paylaşılan şey birilerinin beğenisine tabi tutulmuş ve filmi izleyecek olan x kişiyle paylaşılmaya layık görüldüğü için onaylanmıştır. Dolayısıyla o şeyi beğenme ihtimalim, hakkında fikrim olmayan, tamamen yepyeni birşeyi beğenme ihtimalimden daha yüksek gibi gelir bana.



Bu filmi izlerken de bu sahnede aklım takılıp kalmıştı. Duyduğum kadarı "anam ne güzel şiir" diye bi etki yapmıştı, daha sonra tamamını okuduğumda hakkaten de öyle olduğunu gördüm.

Be near me when my light is low,
When the blood creeps, and the nerves prick
And tingle; and the heart is sick,
And all the wheels of Being slow.

Be near me when the sensuous frame
Is rack'd with pangs that conquer trust;
And Time, a maniac scattering dust,
And Life, a Fury slinging flame.

Be near me when my faith is dry,
And men the flies of latter spring,
That lay their eggs, and sting and sing
And weave their petty cells and die.

Be near me when I fade away,
To point the term of human strife,
And on the low dark verge of life
The twilight of eternal day.

Şiiri yazan şair Alfred Lord Tennyson. İngiliz. 1800'lü yıllarda yaşamış, Kraliçe'nin resmi şairliğini filan da yapmış. En meşhur şiirlerinden biri bu ve epey de uzun. Genç yaşta ölen en yakın arkadaşının anısına yazmış. Tam 17 yılda...

Yanımda ol ışığım azaldığında,
Kanım akıp sinirlerim boşaldığında
Yürek daraldığında ve
Varoluşun tüm çarkları yavaşladığında.

Yanımda ol hissiyatım paramparça
Güveni harap eden sızılarla
Ve zamanın kumları çılgınca dağılırken
Hayat, öfkeyle savrulan bir aleve dönmüşken.

Yanımda ol inancım zayıfladığında,
Baharda ortaya çıkan sinekler misali insan
Yumurtalarını bırakır, uçar, konar
Ve vakti geldi mi kovanını bırakıp göçer.

Yanımda ol sararıp solduğumda,
İnsanın çalışıp didindiği koca bir ömür
O küçük, karanlık son kertede,
O hiç bitmeyecek vaktin şafağında.


Odamdaki cdleri kurcalarken filme rastladım. Tekrar izlediğimde şiir de tekrar hatırıma geldi. Tamamını da okumanızı tavsiye ederim. Üstelik 19. yüzyılda yazılmış olmasına rağmen dili hiç ağır değil, kolayca anlaşılabiliyor.

Not: Bu sahneyi internette hiç bir yerde bulamadım, kendim kesip koydum :)

Not2: Çeviriyi kendim yaptım, görüş farklılığı olabilir, tavsiyeye açığım.

19 Temmuz 2011 Salı

Organize

Tamam hata olur, kendi kalene gol atarsın da arkadaş, bu kadar organize kendi kalene gol olur mu yaw :)



Kendi kalesine gol demişken, takımının 2-1 kaybettiği maçta 2 kez kendi kalesine gol atan Emre Toraman'ı da buradan analım :)

16 Temmuz 2011 Cumartesi

Vieira futbolu bırakmış

Beyaz (şovmen olan) bi televizyon programında mealen şöyle bişey söylemişti: "40 yaşına geldim, içgüdüsel olarak hala futbolcuların benden büyük olduğunu zannediyorum".

Benzer bi his bende de hep mevcut, halbuki Messi bile benden 2 yaş küçük. Aynı mahallede otursak bana abi diycek yani :)

Bi futbolcu futbolu bıraktığında da kendimi yaşlanmış hissediyorum hep. Hele futbolu anlayarak (ya da anladığımı düşünerek) izlemeye başladığım jenerasyonlara aitse.
Patrick Vieira da futbolu bırakmış. Çoğu futbolsever kendisini zaten bilir de ben kısaca özet geçeyim:



Xavi-Iniesta'lar parlamadan önce buralar bu Senegal asıllı Fransız abiden ve şürekasından sorulurdu. Sağlam, güçlü, alan kapatıcı, presçi önliberoların (defansif ortasahaların) en önde bayrak taşıyanıydı, çok uzun süre çağdaş futbolda önliberoların kral olmasının sebeplerindendi. Arsenal'in uzun süre kaptanlığını yaptı, orada tanındı. Fransa Milli Takımı'nın da değişmez elemanlarındandı, yaşlanana kadar.

Şahsi fikrimce düşüşü, transfer olduğu Juventus'un şike sebebiyle küme düşürülmesiyle başladı. 'Almanlar yenilince biz de yenilmiş sayıldık' durumu yaşadı, Inter'e transfer oldu ama o yıllar İtalya Ligi'nin en zevsiz, rekabetten uzak yıllarıydı. Geçen yıl Inter'den Manchester City'ye geçti ve burada da futbolu bıraktı.



Egosuz bi futbolcuydu, takımına adam gibi katkı yapmaya çalışırdı. Arsenal'de oynadığı sürede Arsenal'in, Desailly ve Zidane futbolu bıraktıktan sonra da Fransa Milli Takımı'nın kaptanlığını yaptı.

Kazanmadığı şey de kalmamış abinin. Kulüp bazında 3 Premier Lig şampiyonluğu, 5 İngiltere Kupası, 4 Community Shield, (biri daha sonra geri alınan) 5 Serie A şampiyonluğu, 2 İtalya Kupası, 1 Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu. Milli takım bazında da 1 Dünya Kupası, 1 Avrupa Şampiyonluğu ve 1 Konfederasyon Kupası.

Bi tane de kaybedilmiş UEFA kupası finali var, bilin bakalım kime karşı? (Cimbomlu arkadaşların gururunu okşayalım :)

Ayrıca kendisinin efsane CM 2001/2002 oyuncularının kalbinde de özel bi yeri vardır, ful 20 sağ sütunuyla dünyanın en iyi 3-4 ortasahasından biriydi, karşı takımda Vieira varsa oyun rakip ortasahalara azaptı.

12 Temmuz 2011 Salı

Abi seviyosan git konuş bence

Afganistan'da görev yapan bi Amerikan askeri video çekip Mila Kunis'i Kasım ayında düzenlenecek askeri baloya davet etmiş:



- Selam Mila. Ben Çavuş Moore, ama sen bana Scott diyebilirsin. Seni 18 Kasım'da North Carolina'da yapılacak Deniz Piyade Balosu'na davet etmek istedim. Bir saniyeni ayır, düşün ve gitmek istersen bana ulaş.

Mila Kunis de bir TV programında öğrendiği bu teklifi şaşkınlıkla karşılıyor ve kabul ediyor.



Süper hikaye di mi :) Adam kahramanım oldu. Utangaç insanların, konuşamayanların kahramanı.

Seviyosak gidip konuşalım bence :)