15 Aralık 2012 Cumartesi

İslam, sol ve sosyalizm

Vedat Özdemiroğlu'nun (aklı ermeye ve kavramların ne olduğunu az çok okumaya başladığı günden beri İslamiyet'in sağa değil sola yakın olduğunu düşünen biri olarak) her okuyuşumda içimi gıdıklayan yazısı...


Kapitalizm insanın doğasına da aykırı İslam’ın doğasına da. Ve tarihin her çağında, zalime karşı mazlumun direnişi “sol” kokar. Geniş zaman ruhundan bahsediyorum: “Herkesi birden düşünme” matematiğine sahip İslam da, sol da. Bencilin kendisi dahil hepimizi tüketen kör egoyu parçalayan süperegodan söz ediyorum: “Merhametli yaşamdan” yana olmazsak, vahşet yolumuza pusular kurar. Total zekayı anlatıyorum: Ülkeyi, bölgeyi değil, biz dünyalılar, kainat ailesi; bugün başkayı öldürürsek, yarın aynıyı öldürürüz, sonraki gün kendimizi. İslam felsefesi ve sol ideoloji arasında paralellikler kuran düşünce, yarının sütliman alemini işaret etmektedir, bu yüzden günümüzün deniz feneridir. Emek sömürüsü ve sınıfsal kibir, çıkarsız inancın, yarını kuşkulu alınterinin, efendisizlerin gücüyle, gayretiyle alt edilebilir. “Sosyalizm”i sömürü-tüketim uygarlığı için tehlike olarak görenlerin, müslüman insanları da “potansiyel terörist” algılaması sizce tesadüf olabilir mi?... Düşman aynıysa ve saf amacımız adaletse, buyuralım güneyin sofrasına...

(Orjinali ilk kez 18 Ağustos 2011 tarihli Uykusuz dergisinde yayınlanmıştır.)

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Boğaziçi Üniversitesi: Kasa her zaman kazanır!


Durum şudur:

Boğaziçi Üniversitesi öğrencisisin ve yaz okulunda ders almak istiyorsun. Yapman gereken şey ön kayıt döneminde (Mayıs ayında) kayıt parası yatırmak. Parayı yatırmazsan kesin kayıt döneminde (Haziran ayında) CEZALI yatırmak zorundasın. (40 tl daha fazla)

Ön kayıt döneminde para yatırıp daha sonra yaz okulunda ders almaktan vazgeçersen okul kayıt paranı geri VERMİYOR. Ders ücretini veriyor ama kayıt ücretini vermiyor.

(Bu vazgeçme durumu keyfi değil. Öğrencinin elinde olmayan, okula bağlı sebeplerden dolayı yaz okulunda ders alamama / ders almasına gerek kalmama durumu oluşabilir. Benim durumum öyle oldu mesela)

Yani şöyle bir durum var: Kumarhanelerde her zaman kasanın kazanması gibi Boğaziçi Üniversitesi her halükarda kazanıyor.

Yaz okulunda ders alma ihtimalin KESİNLEŞTİKTEN SONRA, kesin kayıt döneminde kayıt parası yatırırsan 40 tl FAZLA ÖDÜYORSUN.

Yaz okulunda ders alma ihtimalin KESİNLEŞMEDEN ÖNCE, cezalı ödememek için ön kayıt döneminde para yatırırsan, daha sonra kayıt parasını (80 tl) GERİ ALAMIYORSUN.

Yani Boğaziçi Üniversitesi her durumda seni soyuyor.

16 Mart 2012 Cuma

Biraz maç yazısı, biraz psikolojik tahlil

Hayal kırıklıklarımızın, üzüntülerimizin, öfkelerimizin, bazen nefretin oluşmasında beklentilerimizin çok, çok önemli rol oynadığını düşünmeye başladım. Zaten son zamanlarda zihnimi kurcalayan bir meseleydi de, Beşiktaş - Atletico Madrid maçıyla birlikte kafamda ayyuka çıktı (bana yazı yazdırabilecek derecede kuvvetle hem de).

Neden bu maçla? Çünkü, çok da mantıkla açıklanamayacak bir biçimde, Beşiktaş'ın turu geçebileceğini düşünüyordum. Okuduğum bazı yazılar (ki hiç de öyle gaz verici şeyler falan değillerdi) ve akşam maçı izleme hevesi, turu geçmemiz halinde duyacağım mutluluğun hayaliyle (ya da hasretiyle mi demeliyim?) birleşince bende bir beklenti oluşturdu. "Geçeriz lan biz bu turu neden geçmeyelim" diye kafamda dönüp durmaya başladı.



Oysa mantıklı düşününce, iki takım arasındaki farklar ele alınsa; ya da sadece Beşiktaş'ın mevcut morali ve form durumu gözönünde bulundurulsa bile durumun nasıl sonuçlanacağı kolayca kestirilebilirdi. Ama ben mantıklı düşünmedim tabii ki, işin içine kalp (bu örnekte: takım sevgisi) girince mantık işlemez...

İlk yarı bittiğinde kaynar kazan gibiydim, her pozisyona itiraz, oyuncuların her hareketine kulp, hakeme laf... Sinir bozukluğu, birilerine çatma arzusu, birşeyler kırıp dökme isteği, gırla küfür... Neyse ki daha sonra motorum soğudu, durumu idrak edip ikinci yarıyı daha kayıtsız izledim.



Demem o ki, bir hareketi yapmadan ya da bir karar almadan önce bulunduğu / bulunacağı durumu çok iyi hesaplamalı insan ve çıkacak sonuçları ele almalı. Kendini gereksiz yere beklentiye sokup sonra gerçekleşmeyince hayal kırıklığını, üzüntüyü, öfkeyi, çaresizliği belki de onlarca kat büyük olarak yaşamamalı...

Bir meseleyi formülize etmeyi pek sevmem, basitleştirdiğini düşünürüm ama rastladığım bu görsel, cuk diye oturarak özetliyor anlatmak istediğimi.



Beklentiler ne kadar azsa hayal kırıklığı da o kadar az olur. Beklentiyle gerçek arasındaki fark ne kadar fazla ise hayal kırıklığı da o kadar artar. Beklenti gerçek olursa hayal kırıklığı yaşanmaz :) -thanks captain obvious!-

---

Bir süredir beklentimi minimum, hatta sıfırda tutmaya mecbur olduğum; istediğim sonucun çıkmasının bana çok çok az oranda bağlı olduğu ve istesem de kendimi bir çırpıda çıkaramayacağım bir durumdayım, bu yazı biraz da bunun mahsulüdür.